Güvenli bağlanma

pedagojide güvenli bağlanma
Çocukluk yıllarında tamamlanmış “güvenli bağlanma” özü itibari ile ruhsal doyuma erişme hâlidir. Ruhsal doyuma erişmek derken biraz açmak gerekir. Şöyle ki; insanın benlik yapısına tasavvuf “ene”, psikoloji ise “ego” der. 
Onun altında da “id” yani nefis vardır. 
Güvenli bağlanmadaki ruhsal doyum benlikte gerçekleşir. Bağlanabilme, bağlanmaya karşı direnebilme, ayrılabilme ‘ben’in duygusal doymuşluk hâliyle elde ettiği bir güçtür. 
İd (nefis) kişiyi gereksiz keyif alma hâl ve durumlarına bağlamaya çalışırken “ben” bu durumu reddedebilecek güce sahipse veya aldığı keyiflerden, hazlardan ayrılabilecek iradeyi sergileyebiliyorsa bu sağlıklı bir “benlik”tir. Ruhsal doyuma erişmiş çocukların iradeleri güçlüdür.
Eğer kişi elinde tuttuğu hazdan vazgeçemiyor, girdiği ortamlardan aldığı keyfi bırakamıyor, kendisine “değerlilik” hissi veren kişilere karşı bağımlılık ilişkisi başlatıyor ve bundan kopamıyorsa burada çocukluk yıllarında doyurulmamış “benlik zayıflığı”ndan bahsedebiliriz. 
 Çocukluk döneminde ruhsal doyumlara erişememiş benlik kendini “eksik” hisseder. Kişiye ihtiyacından fazla sevgi verilmiş olsa bile yetersiz kalır. Çünkü aranan sevgi ve değer bugüne ait değil; geçmiş yıllardan eksik kalanlardır. Ruhsal doyuma erişmenin temel şartı ‘çocukluk yıllarında’ bir duygusal yakına güvenle bağlanmaktır. Çocukluk yıllarında güvenli bağlanmalar yaşamış kişilerin yetişkinlik yıllarında sergilediği en üstün yetenek “ayrılabilme” gücüdür. Benliğin sahip olduğu bu beceri “irade”dir. 
Burada önemli bir ayrıntının altını çizmekte fayda var. Anne çocuk bağlanmasını “hiç yaşamamış” çocuklarda da anneden ayrılabilme yeteneği vardır. Bağlanma döneminde kendisini bebeğinden ayrı tutan, onu ayrı yatıran, kucağına almayan, bebeğinin ağlamalarına kayıtsız kalan, kendini ona bırakmayan katı, otoriter annelerin de çocukları kolayca karşı taraftan vazgeçip ayrılabilir. Ancak buradaki fark duygusal doyum gerçekleştirerek ayrılabilenlerin sahip olduğu yetenekte gizlidir. Bağlanmışlar duyarlıdır, bağlanmadan ayrılmışlar duyarsızdır. 
Otoriter ve sert annenin yanında yetişen çocukların duyuları işlevsel değildir. Onlar zaten bağlanamadıkları için ayrılmakta zorluk çekmezler. Üstelik duygusal derinleşmelere karşı kendilerini korudukları için de ayrılmalarda sorun yaşamazlar. Her ne kadar bu tür bir durum “güçlü duruş” ve “sağlıklı ruh hâli” gibi görünse de böyle kişiler kendi içlerinde hep yalnızdırlar. Duygularını esirgeyen, bastıran, kendi derinlerine inilmesine izin vermeyen kişileri bekleyen en büyük risk bağlanmalarını erteleseler de gün gelip birine bağlandıklarında ortaya çıkar. O vakit öyle “derin” bağlanırlar ki benlikleriyle o güne kadar alamadıkları bütün duygusal ihtiyacı o kişiden karşılamak isterler. Bu ise bağlanma değil; bağımlılıktır. Bağımlısı oldukları sevgiyi kaybetmek istemedikleri için de paranoyak bir kişiliğe bürünürler. Karşı tarafın duygularıyla var olur, ilişkide yaşadıkları dalgalanmalarda kendini emniyetsiz hisseder, terk edilme korkusu, aldatılma kaygısı yaşarlar. Böyle kişiler arkadaş, komşuluk ilişkilerinde, eşya ile kurdukları yakınlıklarda, hayvanlara bağlanmalarında da ayrılmayı beceremezler. Hâlbuki yaşam bağlanmalardan ibaret olduğu gibi, ayrılmalarla da doludur. Kimi zaman geçici, kimi zaman da ölüm gibi uzun süreli ayrılıklar yaşamın bir gereğidir. Çocukluk döneminde “güvenli bağlanmış” kişiler, yetişkinlik döneminde yeri geldiğinde ayrılabilmeyi de becerebilirler. 
Ayrılabilmek ve yeniden bir araya gelmek güven hissinin sonucudur. Ayrılmalara karşı direnç, ayrılmayı becerememe, bağlandığı kişiye bağımlılık çocukluk yıllarında edinilmiş kaygıların sonucudur. -güvenli bağlanma kitabından alıntıdır- Onun altında da “id” yani nefis vardır. Güvenli bağlanmadaki ruhsal doyum benlikte gerçekleşir. Bağlanabilme, bağlanmaya karşı direnebilme, ayrılabilme ‘ben’in duygusal doymuşluk hâliyle elde ettiği bir güçtür. İd (nefis) kişiyi gereksiz keyif alma hâl ve durumlarına bağlamaya çalışırken “ben” bu durumu reddedebilecek güce sahipse veya aldığı keyiflerden, hazlardan ayrılabilecek iradeyi sergileyebiliyorsa bu sağlıklı bir “benlik”tir. Ruhsal doyuma erişmiş çocukların iradeleri güçlüdür. Eğer kişi elinde tuttuğu hazdan vazgeçemiyor, girdiği ortamlardan aldığı keyfi bırakamıyor, kendisine “değerlilik” hissi veren kişilere karşı bağımlılık ilişkisi başlatıyor ve bundan kopamıyorsa burada çocukluk yıllarında doyurulmamış “benlik zayıflığı”ndan bahsedebiliriz. Çocukluk döneminde ruhsal doyumlara erişememiş benlik kendini “eksik” hisseder. Kişiye ihtiyacından fazla sevgi verilmiş olsa bile yetersiz kalır. Çünkü aranan sevgi ve değer bugüne ait değil; geçmiş yıllardan eksik kalanlardır. Ruhsal doyuma erişmenin temel şartı ‘çocukluk yıllarında’ bir duygusal yakına güvenle bağlanmaktır. Çocukluk yıllarında güvenli bağlanmalar yaşamış kişilerin yetişkinlik yıllarında sergilediği en üstün yetenek “ayrılabilme” gücüdür. Benliğin sahip olduğu bu beceri “irade”dir. Burada önemli bir ayrıntının altını çizmekte fayda var. Anne çocuk bağlanmasını “hiç yaşamamış” çocuklarda da anneden ayrılabilme yeteneği vardır. Bağlanma döneminde kendisini bebeğinden ayrı tutan, onu ayrı yatıran, kucağına almayan, bebeğinin ağlamalarına kayıtsız kalan, kendini ona bırakmayan katı, otoriter annelerin de çocukları kolayca karşı taraftan vazgeçip ayrılabilir. Ancak buradaki fark duygusal doyum gerçekleştirerek ayrılabilenlerin sahip olduğu yetenekte gizlidir. Bağlanmışlar duyarlıdır, bağlanmadan ayrılmışlar duyarsızdır. Otoriter ve sert annenin yanında yetişen çocukların duyuları işlevsel değildir. Onlar zaten bağlanamadıkları için ayrılmakta zorluk çekmezler. Üstelik duygusal derinleşmelere karşı kendilerini korudukları için de ayrılmalarda sorun yaşamazlar. Her ne kadar bu tür bir durum “güçlü duruş” ve “sağlıklı ruh hâli” gibi görünse de böyle kişiler kendi içlerinde hep yalnızdırlar. Duygularını esirgeyen, bastıran, kendi derinlerine inilmesine izin vermeyen kişileri bekleyen en büyük risk bağlanmalarını erteleseler de gün gelip birine bağlandıklarında ortaya çıkar. O vakit öyle “derin” bağlanırlar ki benlikleriyle o güne kadar alamadıkları bütün duygusal ihtiyacı o kişiden karşılamak isterler. Bu ise bağlanma değil; bağımlılıktır. Bağımlısı oldukları sevgiyi kaybetmek istemedikleri için de paranoyak bir kişiliğe bürünürler. Karşı tarafın duygularıyla var olur, ilişkide yaşadıkları dalgalanmalarda kendini emniyetsiz hisseder, terk edilme korkusu, aldatılma kaygısı yaşarlar. Böyle kişiler arkadaş, komşuluk ilişkilerinde, eşya ile kurdukları yakınlıklarda, hayvanlara bağlanmalarında da ayrılmayı beceremezler. Hâlbuki yaşam bağlanmalardan ibaret olduğu gibi, ayrılmalarla da doludur. Kimi zaman geçici, kimi zaman da ölüm gibi uzun süreli ayrılıklar yaşamın bir gereğidir. Çocukluk döneminde “güvenli bağlanmış” kişiler, yetişkinlik döneminde yeri geldiğinde ayrılabilmeyi de becerebilirler. Ayrılabilmek ve yeniden bir araya gelmek güven hissinin sonucudur. Ayrılmalara karşı direnç, ayrılmayı becerememe, bağlandığı kişiye bağımlılık çocukluk yıllarında edinilmiş kaygıların sonucudur. -güvenli bağlanma kitabından alıntıdır-